İş Bırakma ve Grev Eylemleri Hakkında

(SES ve KESK İçin Bir Bilanço)

Aile Sağlığı Merkezleri’ne doğrudan müdahale eden Eziyet Yönetmeliği’nin yürürlüğe girmesiyle beraber işyerlerinde başlayan itirazlar sendikamızın yeniden Birinci Basamağa ilişkin refleks almaya zorlamış ve 5-6-7 Kasım’da İş Bırakma Eylemleri gerçekleştirilmiştir. Uzun süredir politika üretemediğimiz ve geçmişte kurduğumuz sözlerle var olmaya çalıştığımız birinci basamakta; bunun doğal sonucu olarak sendikal varlığımız erimiş ve oluşan boşluğu büyük oranda meslek sendikacılığının biçimleri ve dernekçilik doldurmuştu. Alanda var olan örgütsel yapılar, sendikamızın mücadele gücünün de farkında olarak bu saldırıyı püskürtmek adına ve biraz da zoraki olarak SES’i çağırmak ve varlığımıza katlanmak durumunda kalmışlardır. Bu kritik dönemlerde geçmişin güçlü mirası hafızalarda yeniden canlanmıştır.

SES yüksek katılımın olduğu bu birinci iş bırakmada kendi üyesi dışındaki kamu emekçilerine temas ederek ve onları alandan doğru etkileyerek bensiz olmaz demiştir.

Bu süreçten sonra en güçsüz olduğumuz bölgelerde bile birinci basamaktaki bu saldırıya nasıl tedbir alınacağına yönelik yapılan toplantı ve görüşmelerde SES öncü rol üstlenmiş ve hatta yeniden örgütlenebilen bir noktaya taşınmıştır.

Diğer taraftan kadrolarımızı birinci basamağa dair kafa yormaya ve giderek bölünen ve parçalanan iş kolumuzda güçlü bir sendikal örgütlenmenin yaratılmasının önündeki engelleri düşünmeye itmiştir. Nitekim 30 Kasım KESK Mitingi’ne işkolumuzun canlı ve dinamik katılım, bu iş bırakma sürecinde motive olan kadrolara bağlanabilir.

Birinci basamakta 2-6 Aralık tarihleri arasında tekrar alınan iş bırakma eylemlerine alanda yakalanan rüzgarın etkisiyle bu defa SES olarak daha organize olarak katkı koyduğumuz söylenebilir. Bizim alanı sınırlı kadrolarımıza rağmen domine etmemiz diğer sendikaları bu eylem ve etkinlikleri kendi örgütsel faydaları noktasında sorgulamalarına neden oldu. (Tabii bunda mevcut tepkilerin halihazırdaki yasal değişikliği engellemeye yetmeyeceği algısının oluşmaya başlamasının da etkisi olduğu kuşku götürmez.)

Bizim açımızdan ise, dönemsel kayıp ya da kazançların sınıf mücadelesinin örülme sürecinin olağan bir durumu olduğundan hareketle; önemli olanın daha geniş açıdan Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçilerinin güçlü sendikal ve örgütsel hazırlığına bu eylemlerin yaptığı katkı idi. Nitekim bu dönem giderek irili ufaklı işçi direnişlerinin arttığı; özellikle Birleşik Metal İş Sendikasına yönelik grev engelleyici Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’ne rağmen birçok fabrika ve işyerinde grev kararının hayata geçtiği ve hatta kazanımların da ardarda geldiği bir süreç başladı. Bu noktada süreci doğru okuyan ve 2025’i “Direnişin Yılı” ilan eden SES Genel Merkezi’nin hakkını teslim etmek gerekir.

Ancak 6-10 Ocak arasında birinci basamakta ve 8 Ocak’ta tüm basamaklarda alınan iş bırakma kararı bir öncekinden daha cılız bir katılımla gerçekleştirilebildi. 8 Ocak’ta diğer basamaklar için alınan iş bırakma kararı ise sembolik bir çağrıdan öteye gidemedi. Bu anlamıyla daha çok merkezi açıklamalara katılım biçiminde gerçekleşen 2’nci ve 3’üncü Basamak İş Bırakması alanın gerçekliğiyle örtüşmeyen bir karar olarak kaldı. Hele ki KESK tarafından sefalet zammına karşı 13 Ocak’ta alınan grev kararı bizim açımızdan sadece eğitim sektörünün önceliklerine binaen dayatılan bir karardan başka anlama gelmemektedir. Nitekim bu karara istinaden iş bırakan, eylem yapan bir sağlık kuruluşu bilgisi de bulunmamaktadır veya yayınlanmamıştır.

Gerçekten birinci basamakta gerçekleştirilen grevlerde ASM’lerin kapandığı ve hizmet üretiminin durduğu yüksek katılımlı bir durum yaşandı. Bu örnek iş bırakmanın nasıl olması gerektiğine dair bir örnek teşkil etse de 8 Ocak ve 13 Ocak kararları ise grevin nasıl olmaması noktasında bir örnek teşkil etmiştir.

Elbette burası klasik anlamda iş bırakma ve grev kavramlarını tartışacağımız bir yer değil. Ancak Aralık’ta başlayan ve Ocak’ta kazanımla sonuçlanan Birleşik Metal İş Sendikasının grevleri bu hususta son derece öğreticidir.

Üstelik sağlık alanının özgün koşullarına rağmen iş bırakma ve grev sürecinin örülmesi hususunda sendikamız ve konfederasyonumuzun bir hafızası olduğunu zaten belirtmiştik. Bu tür eylemlerin belli bir hazırlık sürecini de içerecek biçimde alandan doğru hayata geçebileceği; ciddi bir hazırlık süreci gerektirdiği de bu hafızada yazar. Şimdi tüm bu gerçekler ortadayken sırf biz adına iş bırakma ya da grev dedik diye bir eylemin öyle olmayacağını herkes kabul edecektir. Öyle ise alanın dinamiklerine yaslanmayan işçi sınıfının bu tarihsel silahları niye böyle hoyratça kullanılır diye sormak zorundayız. Eğer amaç zaten bu süreçte yeteri kadar yorulmuş kadroları test etmek ve toplam sendikal etkimizi ölçmek ise bu bilgi alandan yukarıya akıyordur. Dipten gelen dalga derken anlatmak istediğimiz de budur. Dolayısıyla Genel Merkezimiz’den bu verilerin doğru ve dakik bir biçimde değerlendirerek daha rasyonel ve ekonomik politikalar beklemek hakkımızdır diye düşünüyoruz. Diğer türlüsü; iş bırakma denen ama işin sürdüğü, grev denen ama hayatın olağan akışında devam ettiği kendinden menkul bir durumun ortay çıkmasına neden olacaktır, olmuştur.

2025’i Direniş Yılı ilan etmişken, alandan doğru geliştirilmesi ve olgunlaşmasını hedef olarak koyan; bunun içerisine sadece SES üyelerini değil, dışındaki sendika üyeleri de dahil sağlık çalışanlarının en geniş kesimini katmaya çalışan, tüm basamakları kapsayan ve geçmişte yaptığımız Beyaz Miting gibi merkezi bir miting ile taçlandırılacak bir eylem planını hayat geçirmeliyiz. Ancak geleneksel miting mantığını terk ederek bunu yapmalıyız ki 30 Kasım değerlendirmesini yaparken bundan bahsetmiştik. Elbette tüm bu çalışmalar sırasında sosyal hizmet alanındaki eksikliklerimiz ortaya çıkaran, çözüm öneren ve örgütlülüğümüzü geliştirecek olan Sosyal Hizmet Çalıştayı’nı bu süreçte gerçekleştirerek bu planla bağını kurmak zorundayız. Hem bu eylem planı ile ilgili hem de hali hazırda yaptığımız eylem, etkinlikler ve tüm sendikal faaliyetlerimizle ilgili olarak sendika genel merkezimizin acil olarak alması gereken tedbirler olduğunu düşünüyoruz.

Gerek kayyum politikaları, basın üzerindeki sansür ve gazetecilere yönelik gözaltı ve tutuklamalar ve tüm siyasi unsurlara yönelik uygulanan yaptırımlar ve dolayısıyla hukukun bir araç olarak kullanılması önümüzdeki dönemde muhalif tüm kesimlere yönelik baskıların artacağını göstermektedir. Bundan SES ve KESK’in de payını alacağının tahmin etmek zor olmasa gerek. Zaten bir süredir sendikamız ve konfederasyonumuza yönelik gözaltı ve tutuklamalar sürmektedir. Geçmiş dönemlerden devam eden davalarla beraber önümüzdeki dönemin karakteristiği iş kolumuzda soruşturma, açığa almalar ile sesimizi kısma, muhalefetimizi bastırma biçiminde sürecektir.

Tüm bu açıklamalar ışığında Genel Merkezimiz'in;

1. Kadrolarımıza yönelik soruşturma, açığa alma gibi saldırılar sonucunda yaşanan maddi kayıplar ile grev-iş bırakma sonucunda uygulanan ücret kesintileri gerek üyenin motivasyonunun korunması gerekse yoldaşlık hukukunun sürdürülmesi noktasında, tüzüğümüzde de yazdığı üzere karşılanmalıdır. Burada oluşacak maliyet için ise "Grev ve Dayanışma Fonu" derhal aktif edilmelidir.

2. Yine yaşanan somut örneklerden hareketle hukuk birimimizin üyelerimize yönelik soruşturma, açığa alma süreçleri ve diğer mevzuata yönelik iş - işlemlerde yeterli ve hızlı olmadığı görülmektedir. Genel merkezimiz zaman zaman emsal olabilecek ancak sendikal faaliyet dışında kalan davaları üyeye yüklemeyi tercih etmektedir. Bunun alanda karşılığı yoktur. Beyaz kod, özlük hakkı, gasp edilen mali hakkın temini, disiplin cezasına itiraz gibi konular da şube kararıyla üstlenilmelidir. Seçilmiş yöneticiler, sendikanın neyi maddi olarak üstlenmemesi gerektiğini tahlil edecek yetiye sahiptir. Bu hususta onlarca örnek sıralanabilir. Bu açığı kapatmak üzere genel merkez yönetimi derhal adım atmalı ya da bölgesel hukuk büroları ya da il bazlı danışman hukukçu temini için şubelere kısmî malî destek sağlanmalıdır.

3. Mevcut TİS ve mali şiddet konusunda sendikal mücadelemiz süreklilik arz etmemektedir. MYK ve çeşitli şubelerden aktivistler yine MYK’nın organizasyonu ile tıpkı Öğretmen Sendikası gibi sürekli-pasif direnişe geçmelidir.

4. İnternet sitemizin halen daha güncellenmediği görülmektedir. WEB sitemizin karmaşık ve kaotik yapısı bir yana; tüzük sayfası 2015’te, kütüphane sayfası ile sıkça sorulan sorular sayfası 2019’da, yönetim ve diğer merkezi kurulları tanıtan sayfa da 2020’de son kez güncellenmiştir.

5. Son olarak yüzümüzü üretim alanı ve emekçilerin hak ve taleplerine dönmemiz gerektiği acil olarak kendini dayatmaktadır. Bu alanın uzun süredir boş bırakıldığı düşünüldüğünde yıllarca itiraz edilen, eylem etkinlik ile geçiştirilen ne kadar sorun varsa bizim önceliğimiz olmalıdır. Bu zeminde bakacak olursak toplumsal alana ilişkin girişimlerimiz bizi üretim alanına dair sorunlardan uzaklaştırdığı gibi tutarsız hale getirir. Ancak her şeye rağmen toplumsal meselelerde söz kurmaktan çekinmiyorsak, sormak zorunda kalırız;

  • Suriye’de 8 Aralıktan sonra askeri hastane basıldı, hastalar yatağında infaz edildi, çalışanlar esir alındı.

  • HTŞ ve diğer cihatçı örgütler kendilerinden olmayan her kesime saldırdı. Ama özellikle Alevilere karşı soykırıma girişti. Humustan 30 bin kişi sürüldü, Lübnan’a sürülen insanlar yolda yağmalandı ve sınırda Lübnan ordusu ve HTŞ ateş açtı.

  • Lazkiye ve Trasusta ise sistematik katliamlar devam etmektedir.

Tüm bu gelişmeler yaşanırken Kuzey Suriye'deki her türlü hak ihlali için söz söyleyen, tepki gösteren sendikamız SES ve konfederasyonumuz KESK neden sessiz kalmıştır. Bizim politik tutumumuz mevcut konjonktüre göre mi şekil almaktadır?

(Bu metnin özeti 7 Şubat 2025’te Adıyaman’da düzenlenen 11. Dönem 4’üncü MTK’da okunmuştur.)