HANGİ GELENEĞİN MİRASÇISIYIZ?
Kamu emekçileri hareketini ortaya çıkaran ihtiyaçlar her ne kadar dönem sosyo-ekonomik gelişmelerinin bir sonucu ise de bu hareketi menzile sokma cüreti gösteren siyasi hareketlerin iradi müdahalesi belirleyici olmuştur. Bu minvalde sendikamız Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES)’nın tarihi de bileşen sendikalarda da yer alan öncü- devrimci kadroların emekleri ile yazılmıştır.
Günümüze geldiğimizde Bağımsız Sınıf Hareketi’ni ortaya çıkaran dinamikler bir arayışın sonucu olarak ama aynı zamanda bu tarihsel mirasa da sahip çıkarak onu kucaklayan ve aşan bir hedefle şekillenmektedir. Bu gün sendikamız içerisinde yer alan her siyasi anlayış kendisini gerek sendikal planda gerekse de daha geniş siyasi planda bir geleneğe dayandırmaktadır. Bu nedenle yeniyi -yani bizi- köksüz ve geleneksiz olarak değerlendirmekte ve -belki de- muhattap olarak kabul etmemektedir. Oysa BSH olarak şekillenen bu hareketin dayandığı güçler ve bu güçlerin derin bir serüveni bulunmaktadır. Hiç bir şey yoktan var olmayacağı gibi boşlukta da doğmaz.
Öncelikle bu hareket; kamu emekçilerini işçi sınıfının bütününün bir parçası kabul etmekte ve sınırı buradan çekmektedir. Elbette bu noktada itirazlar ‘kendilerinin de böyle olduğu’ ve ‘böyle düşündüğü’ noktasında diğer siyasetler tarafından yapılacaktır. Ancak burada bu inanışın nasıl bir pratiğe karşılık geldiği, nasıl bir örgütsel forma dönüştüğüne bakmak gerekir ki ortada buna dair güçlü bir birikim olduğu söylenemez. Bir kere sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin dolayısıyla kamu emekçilerinin güncel acil sorunlarının işçi sınıfının genel çıkarlarına nasıl bağlandığı ve formüle edildiğine dair teorik bir birikim bile bulunmamaktadır. Aksini iddia edenler bunu göstermekle mükelleftir.
Bugün işçi sınıfı dünya ölçeğinde bir sendikal/siyasal önderlikten yoksun koşullarda ve bir takım ideolojilerin yörüngesinde kendine yol aramaktadır. Ülkemiz açısından ise özellikle son yirmi yılda sınıf kavramının rafa kalktığını söylersek mübalağa etmiş olmayız. Türkiye ile eş zamanlı olarak dünya ölçeğinde öne çıkan kimlik, kadın, çevre gibi sorunlara yönelik mücadele yönteminin popülist bir temelde yürümesinin sebebi de sınıf perspektifinden uzak olmasıdır.
2008 ekonomik krizini hafif(!) atlatan Türkiye siyasal iktidarı birtakım reformlar eşliğinde işçi ve emekçilerin geçici bir rahatlaması ile işçi sınıfını yedeğine almayı başarmıştır. Bu süreç; genelde kamu emekçileri, özelde ise sağlık ve sosyal hizmet emekçileri açısından kamu hizmetlerinin piyasaya daha fazla entegrasyonu sonucu iş ve ücret güvencesinin tahiribi sonucunu doğurmuştur.
Birinci basamağın aile hekimliği sistemi ile yeniden organizasyonu, şehir hastaneleri ve bir hayalete dönüşen üniversite hastaneleri -aslında bir Dünya Bankası projesi olarak- Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın büyük oranda başarıya ulaştığını göstermektedir. Elbette bu dönüşüm, kamucu sağlık anlayışından uzaklaşılması ve hatta sağlık sunumunun devlet tarafından terk edilmesini sağlayarak sermaye lehine yeniden dizayn edilmesini beraberimde getirmiştir.
İşte bu kadar hayati bir anda sendikamız SES, süreci tüm açıklığıyla ortaya koyamamış ve buradan doğru hem sağlık hizmetinden etkilenecek toplumu hem de o hizmetin üreticisi olarak sağlık ve sosyal hizmet emekçilerini ikna edememiştir. Elbette bu noktada tüm bu sürecin üstesinden tek başına gelemeyeceği kabul edilse bile bunu diğer sendika, demokratik kitle örgütü ve muhalif güçlerle beraber işçi sınıfının gündemi haline getirebilirdi. Her şeyden önce bu saldırının sınıfsal olduğu gerçeğinden hareketle başlamak bile önemli bir motivasyon olabilirdi. Ancak bizler, sendikal politikalarımızı belirleyen ve halihazırda belirlemekte olan grupların bu belirlemeleri üzerinden sistemin saldırılarına karşı köşeye sıkışmış bir halde savunma durumunda kalabildik en fazla. Gelinen aşamada hafıza kaybına uğramış bir sağlık ve sosyal hizmet alanı, yeni kuşaklarla beraber mücadeleye olan inancın yitirildiği bir anomi hali ortada duruyor.
Tüm bu süreç boyunca dünya genelindeki gidişattan bağımsız olmamak üzere Türkiye’de neoliberal dönüşüme otorite eşlik etmiş ve yeni düzen tahkim edilmiştir.
Ancak rıza üretmek için zor aygıtlarına daha çok başvuran bir iktidara rağmen; hala karşısında direniş dinamikleri bitmeyen bir işçi sınıfının varlığından söz edebiliriz. Bu dinamiklerin birleşmesini Gezi Direnişi sürecinden beri iktidarına tehdit olarak algılayan AKP-MHP iktidar bloğu yasama-yürütme –yargı ve sivil çeteler aracılığıyla hemen yalıtmaktadır. Dolayısıyla ekmeğine, işine, doğasına ve en küçük demokratik hakkına sahip çıkmaya çalışan her muhalif hareket boğulmak durumunda kalmaktadır.
İşte bu gidişat içerisinde özelde sağlık ve sosyal hizmet emekçileri genelde ise kamu emekçileri sendikal sürecinde gidişattan rahatsız olan bunu teorik bir forma kavuşmasa bile çeşitli reflekslerle ifade etmeye çalışan gelenek bizim mirasımızdır.
Belli başlı köşe taşlarıyla tarif etmek gerekirse özelde SES/KESK’in yıllardır eleştirilen sosyal medyadaki yokluğuna dair yaptıkları eleştiri üzerinden Keskli Sosyal Medya Aktivistleri (KSMA)’yı kuran irade bile bu geleneğin bir parçasıdır. Bu hiç de küçümsenemeyecek bir adım olup; bürokratizme kayan sendikamıza karşı bir uyarı işlevi görmüş ve gelinen aşamada SES’in sosyal medyadaki görünürlüğünü arttırmıştır. Dönemin koşulları içerisinde bu hareketin başlatıcısı durumunda olan arkadaşlar hizipçi, bozguncu ilan edilip şüphe ile karşılanmışlarıdır. Bir başka örnek ise son genel kurul öncesi SES Genel Merkezinin gençlere yazdığı mektuptan hareketle değişik gruplara mensup gençlerin bir araya gelerek sendikamızın genç sağlık ve sosyal hizmet emekçilerine yönelik politikalarına eleştiri-öneri mahiyetinde bir manifesto hazırlama çalışmalarıdır. Bu çaba Genel Kurulda kürsüden ilan edilme aşamasında akamete uğrasa da geleneğimizin miraslarından biri olarak bu hareket içerisinde yaşamaktadır. Yine KHK süreçleriyle beraber Genel Merkezden bağımsız biçimde başlatılan ve sürdürülen dayanışma ağları ile KHK’lı arkadaşımıza destek sağlamaya çalışan ruh da bizde tüm canlılığı ile temsil edilmektedir. Bu alternatif dayanışma ağları deprem dönemiyle beraber yeni formlarıyla ortaya çıkmış ve hala deprem bölgesindeki etkisi yaşatılmaktadır.
Elbette bu ortak hikayenin dışında bugün BSH olarak ortaya çıkan harekete dahil olan herkesin ideolojik bir arka planı ve kişisel bir hikayesi de var. Ama tam da ana deklarasyonumuzda hayaletin sözcülüğüne davetimiz bu bahsedilen geleneklerin vücut bulmuş halidir.
Bugün BSH kendini işçi sınıfının kendisiyle beraber tüm gayri menunları birleştirecek ve onları kurtuluşa götürecek yegane sınıf olduğunu düşünen ve bu minvalde Fernas’ta, Polonez’de, Akcanlar’da, Agrobay’da hakları için direnen sınıf kardeşlerimizin mücadelesini; Hopa’da doğasını koruyan köylülerin, ürünü tarlada kalan çiftçilerin, hergün erkek katline uğrayan kadınların, dili ve kültürü için bedel ödeyen Kürtler ve tüm ulusların mücadelesinden ayırmadan ve kamu emekçilerinin çıkarının da bundan ayrı düşünelemeyeceği bir yerden hareket etmektedir.
Bu baskıcı bürokratik ve pahalı devlet cihazının ezilenler ve emekçilerin ayrılıkları üzerinden yükseldiği; daha özgürlükçü, demokratik, doğa ve emek eksenli bir yaşamın ancak sınıfın penceresinden bakılarak inşaa edilebileceğini haykırıyoruz.
Kamu emekçileri ve onun bir parçası olan sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin böyle bir programa ikna olup onu hayata geçirebilecek birikim ve cürete sahip olduğuna inanıyoruz. Herşey birbirine bağlıdır. O halde egemenlerin bu ayrı ayrı yanan çoban ateşlerini boğma girişimlerine karşı onları yaşatmak ve birleştirerek büyütmek günün en devrimci görevi olarak öne çıkmaktadır.
Cüret ettik başaracağız…